CBD ve Endojen Kannabinoid Sistem Giriş
Endojen kanabinoid sistemi, insan sağlığının oluşturulması ve sürdürülmesinde yer alan en önemli fizyolojik sistemlerden biridir. Endojen kanabinoid sistemin keşfi, 20’inci yüzyıl en önemli keşiflerinden biri olarak geçmektedir. Araştırmalara göre endojen kanabinoid sistem aşağıda yer alan fizyolojik durumlarla bağlantılıdır;
- iştah ve sindirim
- metabolizma
- kronik ağrı
- iltihaplanma ve diğer bağışıklık sistemi tepkileri
- ruh hâli
- öğrenme ve hafıza
- motor kontrolü
- uyku
- kardiyovasküler sistem işlevi
- kas oluşumu
- kemik yeniden şekillenmesi ve büyümesi
- karaciğer fonksiyonu
- üreme sistemi işlevi
- stres
- cilt ve sinir fonksiyonu
Endokannabinoid Sistemin Keşfi
Kenevir binlerce yıl öncesinde tıbbi amaçlarla kullanılan bir bitkiydi. Ancak kenevirin hangi tıbbi sebeplerden dolayı kullanıldığına dair bir kaynak bulunmamaktadır. Bunların haricinde kenevirin psikoaktif etkiyi yaratan sebepleri de yakın bir geçmişe kadar bilinmemekteydi.
Tarihsel süreçlere baktığımız zaman kannabidiol ile ilgili yapılan bazı araştırmalar karşımıza çıkmaktadır. İşte endokannabinoid sistemin keşfi…
- 1899: Kannabinol, kırmızı kenevir yağı özünden izole edilecek kannabinoidlerdir. Kannabinol, kenevirde eser miktarda bulunan hafif psikoaktif bir kannabinoiddir. Çoğunlukla yaşlı kenevirlerde bulunur. Hasat edilen kenevirin depolanması sırasında oksitlenmiş THC’nin bir yan ürünü olduğu düşünülmektedir.
- 1933: Kannabinolün yapısı kısmen RS Cahn tarafından açıklanabilmiştir.
- 1940: Kannabinolün kimyasal sentezi ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki R. Adams ve İngiltere’deki Lord Todd’un laboratuvarlarında elde edilmiştir. İkinci bir fitokanabinoid olan kannabidiol yani CBD ise ilk olarak aynı yıl Adams ve arkadaşları tarafından kenevirden elde edilmiştir.
- 1942: Tetrahidrokannabinollerin ilk ekstraksiyonu Wollner, Matchett, Levine ve Loewe tarafından kenevirden elde edilmiştir.
- 1940’lar ve 1950’ler: Kanabinoidlerle farmakolojik deneyler ilk olarak 1940’larda ve 1950’lerde yapılmaya başlanmıştır. Bunların çoğu kenevirden ekstrakte edilmiş THC, CBN ya da CBD müstahzarları ile gerçekleştirildi. Deneylerin temel bulguları, CBN’nin psikotropik bir ajan olarak THC’den çok daha düşük bir potansiyele sahip olduğunun ve CBD’nin tamamen psikotropik aktiviteden yoksun olduğunun ilk kanıtlarıydı.
- 1963 – 1965: Endokannabinoid sistemin keşfine doğru giden ilk adımı atan kişi Raphael Mechoulam ve Yechiel Gaoni’den oluşan bir araştırma ekibidir. CBD ve THC‘nin yapıları, stereokimyası Raphael Mechoulam’ın laboratuvarında açıklanmıştır. CBD 1963’te, THC ise 1964’te ilk olarak kenevirden izole edilebilmiştir. 1965 yılında ise Mechoulam laboratuarında THC ve CBD’yi sentezleyebilmiştir.
- 1980’lerin Ortası: THC artık kenevirin ana psikoaktif bileşeni olduğu bilinmektedir. Buna rağmen, nöronal davranışı nasıl etkileyebileceği hâlâ belirsizliğini korumaktaydı. O zamanlar bilinen nörotransmiterler ve nöromodülatörler suda çözünüyordu. Sinyallerini, sinapsları çevreleyen sulu maddeden geçerek ve hücre yüzeyindeki spesifik proteinli reseptör moleküllerine bağlanarak hücrelerle etkileşime girerek iletmekteydiler. THC bir lipittir. Lipitler ise sudan kaçınırlar. O zamanlar, kanabinoidlerin yüksek lipofilisitesinin, farmakolojik etkilerinin temeli olduğu genel olarak varsayılmaktaydı. THC’nin biyolojik olarak aktif lipofil grubuna ait olduğu ve etkilerinin anesteziklerin ve çözücülerin kronik etkileri ile karşılaştırılması gerektiği düşünülmekteydi. Bu sayede kannabinoidlerin etkisini, spesifik kannabinoid reseptörlerinin ve endojen aracıların varlığını varsaymadan açıklamak mümkün olmuştur. Ayrıca 1980’lerin ortalarında, Allyn Howlett’in St. Louis Üniversitesi’ndeki laboratuvarında, kanabinoid reseptörlerinin var olduğu öne sürülen bir keşif daha yapılmıştır.
- 1988: 1988’de St. Louis Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Allyn Howlett ve William Devane liderliğindeki bir ekip, memeli beyninin kenevirde bulunan bileşiklere yanıt veren reseptör bölgelerine sahip olduğunu keşfetmiştir. Bulgular o sırada, reseptörlerin tanıma bölgelerinin varlığının radyoaktif işaretli bir ligand kullanılarak tespit edilmesine izin veren ve Pfizer kannabinoidinin radyoaktif izotop trityum ile etiketlenmesini sağlayan nispeten yeni bir tekniğin kullanılmasıyla mümkün olmuştur. Trtium etiketli kannabinoid ile elde edilen sonuçlara göre sıçan beyin zarlarında bu ligand için yüksek afiniteli bağlanma yerlerinin varlığına dair kanıt sağlamıştır.
- 1990: 1990 yılında, Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü’nden Lisa Matsuda liderliğindeki bir ekip, beyindeki bir kanabinoid reseptörünü kodlayan DNA dizisini haritalandırdı. Matsuda ise bu reseptörü klonlamayı başardı. Bunlar CB1 reseptörü olarak etiketlendiler. Bu keşif ise kapıları ardına kadar açmayı başardı ve G-bağlı protein reseptöründen yoksun olan farelerde G-bağlı protein reseptörlerinin gelişmesini sağladı. THC farelere uygulandığında ise THC’nin beyindeki kanabinoid reseptörlerini aktive ederek çalıştığını kanıtlayan hiçbir etki gözlemlenmemiştir. Çalışmaların devam ettiği sırada ise CB2 adlı ikinci bir kannabinoid reseptörü tanımlanmıştır. CB1 reseptörleri, beyindeki en bol nörotransmiter reseptörü türüdür. Ayrıca bağ dokularında, bezlerde ve organlarda bulunurlar. CB2 reseptörleri ise bağışıklık sistemi ve periferik sinir sistemi boyunca baskın olmaktadır. Bu reseptörlerin THC ve testte kullanılan sentetik kannabinoidlerle bu kadar yüksek bir afiniteye sahip olması, araştırmacıları vücutta doğal olarak meydana gelen kannabinoidler olması gerektiği sonucuna götürmüştür.
- 1992: Kanabinoid reseptörlerinin varlığı, beynin kannabinoid reseptörüne bağlanan ve onu aktive eden spesifik bir bileşik veya bir bileşikler ailesi olan bir nöronal mediyatör üretmesi gerektiği varsayımına yol açmıştır. Bilim insanları bu gelişmeler karşısında şu soruyu sormuşlardır; “Sonuçta bu reseptörler neden sadece bir bitki sentezlenmiş kanabinoid ile bağlanma amacıyla var olsun?” 1992 yılına geldiğimizde Kudüs İbrani Üniversitesi’nden Dr. Lumir Hanus ve Amerikalı araştırmacı Dr. William Devane, anandamid ya da AEA olarak da bilinen ilk endokannabinoid N-araşidonoyiletanolamini keşfettiler. Adı, Sanskritçe “neşe, mutluluk, zevk” anlamına gelen “ananda” kelimesinden alınmıştır. Yine bu ekip daha sonra ikinci büyük bir endokannabinoid 2-araşidonoilgliserolü (2-AG) keşfettiler. Bu keşifler, endokannabinoidlerin varlığına ilişkin önceki teorileri de doğrulamış oldu.
Endokannabinoid Sistemi Keşfedildi
Yapılan araştırmalar, AEA ve 2-AG’nin taşıyıcı proteinlerin yardımıyla CB1 ve CB2 reseptörlerine bağlandığını ortaya çıkarmışlardır. Kannabinoid reseptörleri, endokannabinoidler ve enzimlerden oluşan bu karmaşık sinyal sistemi, endokannabinoid sistemi olarak adlandırılmıştır.
Sonuç
Son 20 yılda endokannabinoid sistem hakkında yüzlerce çalışma yapılmış ve makale yayınlanmıştır. Bu çalışmaların odak noktası ise hastalıklarla ve tedavileriyle ilgilenmek üzerineydi. Mechoulam, endokannabinoid sistemin, vücudun hastalıklarla savaşmaya çalıştığı ana sistemlerden biri olduğunu belirtmiştir. Endokannabinoid sistemin, hastalıklarla savaşmak için bağışıklık sistemi ile birlikte çalıştığını tahmin edilmektedir. Araştırmalar sürdükçe ve dünya genelinde kenevir ile ilgili yeni yasal düzenlemeler yapıldıkça endojen kanabinoid sistemin gücünü kullanan yeni tedaviler de geliştirilebilecektir.
kaynak: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3997295/
kaynak: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC5877694/
kaynak: https://lumirlab.com/publication/a-historical-overview-of-chemical-research-on-cannabinoids/
kaynak: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1760722/
kaynak: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3165944/
kaynak: https://www.labroots.com/trending/cannabis-sciences/8456/endocannabinoid-system-discovered